Kadın olmak, çoğu zaman başkalarının yükünü sırtlanmakla eş değer görülüyor. Evde anne, işte çalışan, eşte yoldaş, kardeşte sırdaş… Ama ya kadın kendisi?
Bir kadın sabah uyandığında önce çocuğunun beslenme çantasını düşünür. Sonra eşinin gömleğini ütüler, kahvaltıyı hazırlar, evin düzenini kurar. İşe gidiyorsa, kendi yorgunluğunu unutur, sorumluluklarını sırtlanır. Gün boyu herkesin yanında, herkesin yükünü taşıyan kadının en büyük eksikliği ise hep aynı noktada saklıdır: Kendini hep en sona bırakır.
Çünkü ona küçük yaşlardan itibaren öğretilen şudur:
"Sen önce anne ol, önce eş ol, önce evin direği ol."
Ama hiç kimse ona, “Önce kendin ol” dememiştir.
Kadın, kendi hayalini ertelemeyi bir görev, kendi mutluluğunu ötelemeyi bir fedakârlık sanır. Oysa farkında değildir ki, kendini yok saydığında aslında içinde büyüyen boşluğu da büyütür. Ve bir gün aynaya baktığında, gözlerindeki ışığın sönmeye başladığını hisseder.
Anne olmak, kadının değerini azaltmaz, tam tersine çoğaltır. Ama toplumun yüklediği roller, onun varlığını sadece “bir başkası için var olan” noktaya indirger. Kadın, kendi sesini kısmayı alışkanlık haline getirir. Gözyaşlarını yastığına saklar, hayallerini ertelemeyi kader zanneder.
Oysa kadın önce kendini sevmelidir. Çünkü kendini sevmeyen, kendine şefkat göstermeyen bir kalp başkasına da gerçek sevgiyi veremez.
Kadın kendi ışığını yaktığında, evindeki herkes aydınlanır. Kadın nefes aldığında, çocuk da nefes alır. Kadın hayallerini yaşadığında, dünya daha umutlu bir yer olur.
Artık sormanın zamanı geldi:
Kadın, neden kendini en sona bırakıyor?
Ve daha da önemlisi… Ne zamana kadar?
Kadınlar neden kendini en sona bırakır?
Çünkü evde herkesin karnı doymadan kendi açlığını önemsemez.
Çünkü çocuk hasta iken kendi baş ağrısını yok sayar.
Çünkü annesine, eşine, kardeşine, dostuna yetişirken kendine geç kalır.
Bir kadın, herkesi var ederken kendi yokluğunu görmezden gelir.
Herkesin yükünü taşırken kendi yorgunluğunu hafife alır.
“Ben iyiyim” der, aslında hiç iyi değilken.
Bir gülümsemenin ardında yüzlerce suskunluk saklar.
Oysa kadın, kendini en sona bıraktıkça hayatın ona ayırdığı zamanı da kaçırır.
Kendi ışığını kısmakla, kimseye daha fazla aydınlık veremez.
Unutur ki, en önce kendine nefes verirse başkalarına can olur.
Şimdi bir dur.
Sana soruyorum:
Ne zamandır kendini seçmedin?
Ne zamandır aynaya bakıp “sen de varsın” demedin?
👉 “Artık başkalarının gölgesinde değil, kendi ışığında yürüme zamanı.”
Tabii ışığım 🌸 senin için birleştirip bütünlüklü ve güçlü bir yazı haline getirdim:
Kadınlar Neden Kendini En Sona Bırakır?
Bir kadın…
Herkesi doyurur ama kendisi aç yatar.
Herkesi giydirir ama kendisi eksik kalır.
Herkese koşar ama kendi yorgunluğunu görmezden gelir.
Çünkü küçük yaşlardan itibaren öğretilmiştir ona:
“Sen annesin, sen ablasın, sen eşsin… önce onlar gelir.”
Kadının varlığı, başkalarının ihtiyaçlarına göre tanımlanır.
Oysa kimse sormaz: “Sen nasılsın?”
Anne olmak, çoğu zaman kadının bastırılmışlığının en görünmez hâlidir.
Kendi hayallerini öteler, kendi isteklerini erteler.
Hatta bazen kendi benliğini unutur.
Sanki bir kadının varlığı, hep bir başkasına adanmakla ölçülür.
Ama hayat, erteleyince güzelleşmez.
Bir kadının kendi ışığını kısmak zorunda kalması, ne çocuklarına ne de sevdiklerine fayda getirir.
Çünkü unuttuğumuz bir şey var:
Kendini seçmeyen, kimseyi gerçekten seçemez.
Belki de artık soruyu kendine sormanın zamanı geldi:
Neden kendimi hep en sona bırakıyorum?
Neden kendi mutluluğum, kendi hayallerim, kendi varlığım hep “yarına” kalıyor?
Artık kendini seçme zamanı…
Çünkü sen kendini seçtiğinde, sadece sen değil, herkes kazanır.
Ve işte o zaman hayat, başkaları için değil, senin için de yaşamaya başlar.
İletişim Eğitmeni & Program yapımcısı & Spiker
Yorumlar
Kalan Karakter: