Bir insan bazen bir dala değil, bir yanlışa tutunur.
Kırılmak üzere olan bir aşka, kendini tüketen bir hayale, çoktan süresi dolmuş bir sabra…
Ve işin tuhaf yanı şu ki:
Tükenişin en ağır yanı, tükenirken hâlâ çırpınmaktır.
Eflatun’un kumar oynayan talebesine söylediği sözü bilirsin:
“Kaybettiğin para için değil, kaybettiğin zaman için azarlarım seni.”
Bazı ilişkiler, bazı kararlar, bazı sabırlarımız da böyledir aslında…
Para değil bizi korkutan; ömrümüzün içinden sessizce akıp giden zamandır.
Biz tutunuyoruz.
Tutundukça inciniyoruz.
İcindikçe daha da sıkılıyoruz.
Sıkıldıkça da “Acaba biraz daha dayanırsam değişir mi?” diye kendimizi avutuyoruz.
Oysa bazı kapılar kapanmaz…
Biz kapıyı omuzumuzla tutup kapalı zannetmeyi seçeriz.
Bazı insanlar gitmez…
Biz gitmesin diye kendi gitmemiz gereken yönü unuturuz.
Bazı duygular bitmez…
Biz bitmesin diye kendimizi tüketiriz.
Gün gelir, insan şunu fark eder:
Tutunduğum şey beni yukarı çekmiyor; aşağı çekiyor.
Ve ben buna bir hayat harcıyorum.
Cesaret dediğin sadece yeniye yürümek değildir;
Eskiye “teşekkür ederim, benden bu kadar” diyebilmektir.
Çünkü kimi zaman bir şeyi bırakmak, onu sürdürmekten daha fazla güç ister.
Sabrın fazlası erdem değil, kendine zulümdür.
Belki de mesele budur:
Tutunmak ile tükenmek arasındaki çizgi, dışarıdan görünmeyecek kadar incedir.
Ama içimizdeki ses… hep bilir.
Hep fısıldar:
“Burası sana iyi gelmiyor.”
Bugün kendine küçük bir soru sor:
“Ben gerçekten nereye tutunuyorum?”
Bir umuda mı?
Bir korkuya mı?
Bir alışkanlığa mı?
Yoksa sırf yalnız kalmamak için ağır gelen bir hayata mı?
Unutma…
Yaşam seni büyütmek ister.
Eğer bir şey seni küçültüyorsa, o artık senin dalın değildir.
Belki de o dalı bırakınca düşmeyeceksin;
Belki nihayet uçacaksın.
Bugün kendine bir iyilik yap.
Sessizce bir kenara çekil…
Ve şu soruyu bir nefes boyunca kalbinde tut:
“Benim gerçek gücüm, gerçekten nerede saklı?”
Cevabı bulduğunda, tutunduğun değil;
seni yaşatan yolu seç.
Sinem Boyan
İletişim Eğitmeni / Program Yapımcısı / Yazar
Yorumlar
Kalan Karakter: