İletişim…
Kulağa ne kadar basit geliyor, değil mi?
Konuşuyoruz, anlatıyoruz, cevap veriyoruz.
Sanki her kelime bizimdir, sanki ağzımızdan çıkan her cümle düşüncemizi kusursuz yansıtıyormuş gibi…
Oysa çoğu zaman konuşmak kolaydır; zor olan düşünerek konuşmaktır.
Gün içinde yüzlerce cümle kuruyoruz.
Ama o cümlelerin kaçı gerçekten kalpten geliyor, kaçı zihnin süzgecinden geçiyor?
Kaçı niyetimizi, duygumuzu, inceliğimizi taşıyor?
Çoğu zaman biri bir şey söyler, “Niye böyle söyledi ki?” deriz.
Fakat asıl mesele şudur:
Biz acaba kendi kurduğumuz cümlenin içine ne koyduk?
Düşüncemizi mi, egomuzu mu, yoksa acelemizi mi?
Bir kelime, düşüncenin elçisidir.
Düşünce bulanıksa, kelime de yanlış kapıya gider.
Bu yüzden eski bir bilgelik şöyle der:
“Söz ağızdan çıkmadan önce, kalpte tartılmalı.”
Bugün iletişimin en büyük yarası, insanların tavırlara hızlı tepki verip kelimeyi aceleyle seçmesi.
Savunmaya geçiyoruz, öfkeleniyoruz, yanlış anlıyoruz.
Oysa bir adım geri çekilip nefes alsak, kelimemiz değişecek; kelimemiz değişse ilişkimiz dönüşecek.
Bir tavırla karşılaştığımızda kendimize şu soruyu sormayı unutmamalıyız:
“Bu kişiyi anlamak için hangi kelimeyi kullanmalıyım?”
Doğru kelime, karşındakine değil önce kendine saygıdır.
Çünkü düşünerek konuşan insan, iletişimin kaderini değiştirir.
Bazen “haklısın” bile kırıcı olabilir;
bazen “beni duyduğun için teşekkür ederim” bütün yaraları kapatır.
Bazen bir “hayır” incitmez;
bazen bir “evet” insanın içini paramparça eder.
Kelimeler göründüğünden daha ağırdır.
Ve gelelim iletişimin en sinsi tuzaklarından birine:
Sohbette kendimizi anlatma arzusu…
Konuşmanın içine gizlenen küçük ego…
“Ben de…”,
“Ben aslında…”,
“Aslında benim de başıma gelmişti…”
diye başlayıp her cümleyi kendimize bağlama refleksi…
Bu, tahmin ettiğimizden çok daha tehlikeli.
Çünkü o anda karşımızdaki kişiye “Senin anlattığın önemli değil, benimki daha değerli,” demiş oluyoruz.
Oysa iletişim bir sahne değil, iki insanın aynı gölgeliğe sığındığı bir bağdır.
Dinlemeden konuşmak; karşıdakini duymadan kendini öne çıkarmak…
İşte bunlar sohbeti değil, sadece monologları büyütür.
Gerçek iletişim, merakla başlar.
Sözün değil, samimiyetin ağırlık yaptığı o derin alanda…
Dinlediğimizi hissettirdiğimizde, doğru kelime zaten gelir.
Kendimizi anlatmak yerine önce “anlamayı” seçtiğimizde, karşımızdaki insan da bize açılır.
Çünkü iletişim, kelimenin değil niyetin sanatıdır.
Sonuçta kelimeler:
Ya kalbimizin yüzü olur,
ya da egomuzun gölgesi.
Bu yüzden iletişimde ustalık, çok konuşmakta değil; doğru yerde, doğru kelimeyi, doğru niyetle söylemekte saklıdır.
Ve unutmayalım:
Söz insanın aynasıdır.
Aynayı temiz tutmak ise bizim elimizdedir.
Sinem BOYAN
Yazar, Program Yapımcısı, İletişim Eğitmeni
Yorumlar
Kalan Karakter: