Hayatımızda hepimizin ortak bir zaafı var: Geçmişe tutunmak. Yaşanmış acılar, kırgınlıklar, “keşke”ler… Sanki omuzlarımızda görünmeyen bir çuval var ve biz onu taşımaktan bir türlü vazgeçemiyoruz.
Psikolojide bu hâl, ruminasyon olarak tanımlanıyor. Yani zihnin sürekli geçmişteki acıları çiğnemesi, tekrar tekrar hatırlaması. Kişi kendini bırakmaz; dünün yarasını yeniden kanatır, geleceğe yürüyemez. Özgüveni törpülenir, “yapamıyorum” duygusu pekişir. Acılarını kimliğinin bir parçası hâline getirir.
Oysa bu, ruhun esareti. Bir zamanlar yaşanmış bir olay, bugünümüzü yönetmeye başlar. Bizi zincirler.
Mesnevî’de çok çarpıcı bir hikâye vardır:
Bir adam nehirde karşıya geçmeye çalışıyordu. Yüzerken sırtına kocaman bir kütük ilişti. Önce sevindi: “Ne güzel, bu bana destek olur, beni yüzdürür.” diye düşündü. Kütüğü sıkıca kavradı.
Ama zaman geçtikçe fark etti ki bu bir kütük değil, ağır bir taş parçasıydı. Her kulaç attığında daha da dibe çekiliyordu. Nefesi kesiliyor, kolları güçten düşüyor, kurtulmak isterken daha da batıyordu.
Bir yandan içinden sesler yükseliyordu:
“Bırakırsam boğulurum. Onsuz yapamam.”
Diğer yandan kalbi fısıldıyordu:
“Asıl seni boğan o yük. Onu bırakmadan özgürleşemezsin.”
Sonunda cesaretini topladı, taşı sırtından attı. Ve birden suyun üstünde hafifledi, nefesi açıldı, karşı kıyıya kolayca yüzdü.
Mevlânâ burada şöyle der:
“İnsan, bazen sırtında taşıdığı yükü, kendi can simidi sanır. Hâlbuki o yük, onun batış sebebidir. Onu bırak ki kurtulasın.”
Bugün biz de aynısını yapıyoruz. Bitmiş bir ilişkiyi, yıllar önce söylenmiş kırıcı bir sözü, yapılmış bir hatayı ya da çocukluğumuzda aldığımız yarayı sırtımızda taşıyoruz. Onlar sanki bize kimlik veriyormuş gibi sarılıyoruz. “Bunu unutursam ben kim olurum?” diyoruz. Hâlbuki asıl biz, o yükleri bırakınca kim olduğumuzu keşfederiz.
Psikoloji de tasavvuf da aynı hakikati fısıldıyor:
Geçmişin acısı, yaşandığı anda bitmiştir. Asıl acı, onu zihnimizde yeniden ve yeniden yaşamamızdır.
Peki çözüm ne?
Kabullenmek. “Evet, bu yaşandı” diyebilmek. Başa gelenin öğretisini görmeye çalışmak.
Allah’ın takdirine rıza göstermek. Mevlânâ der ki: “Geçmiş, hatırlanacak bir hatıra değil, ibret alınacak bir öğretmendir.”
Geçmişi yük değil, ders olarak aldığımızda özgürleşiriz. Çünkü hiçbirimiz dünün esiri olmak için yaratılmadık.
Unutma: Geçmişe zincirlenmek, bugünü yaşamayı unutmaktır. Zinciri kırdığında ise asıl hürriyet başlar.
Yorumlar
Kalan Karakter: