Hiç düşündünüz mü, takvimde bir günün ardından yenisi hiç yazılmasaydı? Bugün son günümüz olsaydı ve yarın hiç gelmeseydi…
Büyük ihtimalle herkes ilk anda paniklerdi. Çünkü bütün düzenimiz “yarın var” fikrine yaslanıyor. Borçlarımızı, umutlarımızı, planlarımızı, ertelediklerimizi hep yarına havale ediyoruz. Yarın, aslında en büyük kandırmacamız. “Nasıl olsa yarın var” diyerek yaşamayı sonraya bıraktığımız bir yanılsama.
Ama ya yarın hiç gelmeseydi? O zaman belki de en gerçek hayatı yaşardık. Bir telefon konuşmasını ertelemezdik, bir “seni seviyorum”u söylemekten çekinmezdik. Küs kalmak lüksümüz olmazdı. Çocuklarımızın saçını biraz daha okşar, annemize daha uzun sarılırdık. Belki çok sevdiğimiz bir dostumuzun kapısını çalardık, yıllardır içimizde biriktirdiğimiz bir sözü hiç vakit kaybetmeden dile dökerdik.
Yarınsız bir dünyada aslında zamanın kıymeti katlanarak artardı. Her nefesin, her bakışın, her gülüşün geri dönüşsüz olduğunu bilmek, bizi bambaşka insanlar yapardı. Çünkü çoğu zaman hayatın içinde kayboluyoruz: ertelenmiş buluşmalar, zamanı geldiğinde yapılacak hayaller, “sonra bakarız” diyerek unuttuğumuz güzellikler… Hepsi yarının sırtına yükleniyor.
CBelki de mutluluğun sırrı, “yarın yokmuş gibi yaşamak”tır. Bugünü yarın için harcamadan, anın tadına vararak… Elimize geçen ekmeği, içtiğimiz çayı, gökyüzünde süzülen bulutu fark ederek. Basit şeylerin aslında ne kadar değerli olduğunu ancak “yarın” ihtimalini kaybettiğimizde anlarız.
Çünkü kimseye garanti edilmedi yarın. Takvimler sayfalarını çevirmeye devam etse de, aslında hepimiz için tek gerçek gün, içinde bulunduğumuz bugündür. Gelecek, sadece bir ihtimal; geçmiş ise geri dönüşsüz bir hatıradır. İnsan ömrünün bütün zenginliği, bugünün içinde saklıdır.
Öyleyse kendimize soralım; Bugün, yarın hiç gelmeyecekmiş gibi yaşayabiliyor muyuz? Yoksa hayatı hâlâ bir sonraki güne mi erteliyoruz?
Yorumlar
Kalan Karakter: