Oturdum, bir İzmir yazısı yazdım.
Bitirince ne göreyim: Portalda yayınlanan bir önceki yazımı öbür kulağından tutup bükerek tekrar yazmışım gibi. Yine şehrin tanınmaz hâle gelesiye değişmesine, yine şehrin -yollar ve binalardan oluşan- yüzünde çaresizce aşina bir iz aranıp durmaya, yine tutunmak istediğimiz dalların bir bir elimizde kalmasına yılgın isyanlar…
*
Bir sahaf faresiyim. Çok seviyorum eski kitap alışverişini. Eskiden yazılmış bir kitabı eski baskılarından okumakla, sevdiğim bir geçmişi tekrar yaşadığımı hissediyorum. Çocukken misafir odamızdaki büfenin alt kapaklarından birinin içinde duran, Fakir Baykurt’un “Amerikan Sargısı”nın aynı baskısını bulup almıştım. Benim çocuk yaşıma, annemin otuz yaşına bir ergi o, mesela. Bir kez basılıp bir daha basılmamış, yazıldığı, varlığı unutulmuş, başka da hiçbir yerde bulunmayacak bilgilerle yüklü yitik kitaplar, Dibekbaşı sokaklarında dolaşırken tanıştığım, hâlâ ayakta durduğuna geleceğinden endişe ederek sevindiğim evlerle koşut, mesela.
Hediyelerimi bile sahaflardan seçmeye başladım, zamanla tadına daha da çok varınca. Erzurumlu bir arkadaşıma 1960’larda yazılmış bir Erzurum tarihçesi, ODTÜ mezunu bir tanıdığa benimle yaşıt bir ODTÜ kitabı almak falan, yüzlerde gülücükler açtırdığını gördüğüm küçük ama keyifli yatırımlar oluyor.
Şehrin “Şiir Kadın”ı Süreyya Türkaydın’a doğum günü hediyemi de Hidayet Karakuş’un ta İstanbul sahaflarında bulduğum bir “Kemeraltı Şiirleri” nüshasından seçmiştim. Bulaşmışken, kendime de iki İzmir şiirleri antolojisi aldım.
Yüzlerce sayfa İzmir şiiri okuduktan sonra karşıma, şaşırdığım, üzülürken “Yalnız değilmişim…” de dedirten bir teselli çıktı:
İzmir’in girdiği zamane hâllerinden, tanıyamaz duruma düştüğü ergen çocuğuna bakakalır gibi bakmaktan, bencileyin kulunuz kadar, şehrin şairleri de muzdaripmiş.
Aradan çekileyim, baş başa bırakayım sizleri:
“Eski İzmir diye ne varsa, şunun bunun bildiği
Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır”
Necati Cumalı
“Körfezi boyamadan bırakmış
Nasıl maviye boyasın göz göre göre
Bulanık, yosunlu, çamurlu bir su”
Berin Taşan
(Burada izninizle araya gireyim: Berin Bey’in nazik sözcükler kullandığı tasvirinin yanı sıra, körfezi adlı adınca ifadelerle foseptik olarak niteleyen dizeler de bolca mevcut.)
“yangın olur çocukluğum huysuzlanır
gördükçe kentin çürüyen bir yanını
yalnız bir nesne gibi savrulurum
yaşlı sokaklarda”
Mehmet Sadık Kırımlı
(Pardon, yine ben: Şu dizeler, en başta bahsettiğim ikiz yazılarımın dört mısralık özeti.)
“Evler vardı Alsancak’ta Güzelyalı’da
Evler vardı Karşıyaka’da Beyler’de
Şimdi hücre hücre beton azmanlar”
Yüksel Pazarkaya
“bu kent bir kadındır say ki bir kadındır
her gün kanama geçiren”
Hüseyin Yurttaş
“Dursa mıydı Konak’taki eski saat
geçmiş zamanlarda”
Ahmet Günbaş
“ve kör beton nasıl girmişti düşlerimize neden girmişti
bir de bakmıştık ki düşlerimizi kaçırmışız
artık uykusu kaçan bir kent olarak yaşanmaktayız.”
Hayri K.Yetik
“ne yosun kokusu imbatla gelen
ne evlerin önünde bahçeleri”
Nahit Ulvi Akgün
“yer beton gök beton
beton kusuyor poyraz bile”
M.Nejat Gacar
*
İzmir’den çocuk yaşta ayrılan ve yıllar sonra diplomatik görevi sırasında gerçekleştirdiği sıla ziyaretiyle ilgili olarak
“Belleğimde öylesine açık seçik, şimdi ise tanıyamayacağım kadar değişmiş…
Anlamadığım bir büyücülük törenine katılmış gibiyim.”
ifadelerini karalayan Yorgo Seferis hemşerimizi de bu gamlılar kervanına katalım; ve
tüm bunları konuşmak için Süreyya anamızla bir randevu ayarlayalım, en iyisi…