İzmir’e Dair TV haber portalının nazik ve içten ev sahipliğinde, ayda 3-4 kez,
İzmirliliğimize dair her şeyi, herhangi bir şeyi paylaşabileceğimiz bu köşede İzmirseverlerle buluşmayı hedefledik.
Geçtiğimiz yılın son aylarında raflara ulaşan ve “Bir İzmirlinin Dünlüğü ve Günlüğü” ismini taşıyan kitabımda yapmaya gayret ettiğim gibi,
geçmişimizdeki, bugünümüzdeki ve içimizdeki İzmir’de, hemşerilerimle ortaklaşabilmek dileğiyle…
Bir Cevat Şakir “Merhaba!”sı coşkusunda ünlemesi umuduyla, haydi başlayalım.
*****
Şehrimizin çok tecrübeli basın emekçilerinden Alaattin Gürırmak sayesinde haberim oldu: Varyant’taki kız yurdunun oda kapılarını söküp etrafına paravan örmüşler, bir acayip manzara…
Bakıma değil, yıkıma alınmış.
Sizin de aynı şeyi hissettiğiniz oluyor mu, bilmiyorum: Kendi şehrimde turlarken, ağır hasta olduğu haberini aldığımız bir sevdiğimizi son bir kez görmenin o hüzünlü telaşa kapılıyorum bazen. Kentsel dönüşümün ilk adımı olan yıkım o kadar hızlı gerçekleşiyor ki bazen son anda yakalıyor, bazen kaçırıyorsunuz. Sizin için bir anlam, bir geçmiş taşıyan yapılardan bazılarını, kalemi kırılmış suçlunun boynuna kocaman harflerle yazılmış idam hükmü asılmışcasına etrafına çekilen setin ardından, son bir kez süzme şansınız oluyor. Bazılarının ise, hele de yolunuz bir süredir düşmediyse önüne, molozlarına şaşkın şaşkın bakakalıyorsunuz.
Meşhur Varyantımız, 1950’lerin başında elden geçirilip caddeleştirilmiş, aslen daha eski bir yol. İzmir’in siyah-beyaz fotoğraflarına meraklı olanlar yine aynı güzergâhta kıvrılarak ilerleyen kaba toprak hâline ait resimleri görmüşlerdir. Yolun ortalarına denk gelen düzlükteki kız yurdu, elden geçirilip “Birleşmiş Milletler” adıyla açılan cadde ile aşağı yukarı yaşıt. “Belediye apartmanı” olarak inşa edilen bina, yine 50’lerin sonunda kız yurdu olarak hizmet vermeye başlamış.
Bu tarihleri sıkılasınız diye değil, bir durumu ortaya çıkarmak için zikrediyorum.
Ben, yaşı yarım asra yaklaşan bir İzmirliyim. Kendimi bildim bileli bu bina buradaydı. Küçükken, otobüsümüz Değirmendağı’nı döne döne tırmanırken bu binanın önünden her ama her geçişimde yapının büyüklüğüne şaşkın ve hayran bakakaldığımı biliyorum. Biracık büyüyüp ergenlik virüsüne maruz kalınca burasının bir kız yurdu olduğunu öğrenip karşı cinse duyduğum aptallaşıveren merakın, kapısında bu kuş uçurulmayan yurdun pencereleri ardına uzanmaya çalıştığını, zihnimin bu duvarlara dayandığını hatırlıyorum.
Bunlar, belki benden bir sonraki nesil için de geçerliydi, yurt tam bilemediğim bir süre önce kapatılıp yapı devlet dairesi olarak kullanılmaya başlayana kadar.
Elbette, benden bir önceki nesil için de: “Ben kendimi bildim bileli buradaydı bu.” tümcesini 1944 doğumlu babam da kurabilir pekâlâ. 27 Mayıs’ta CHP taraftarlarının Eşrefpaşa’dan Konak’a, Varyant’ın kıvrımlarından taşarak zafer yürüyüşü yaptığını hatırlayan Demokrat Partili babam. Belki yurdun tam önündeyken şahit oldu o güne. Belki “konuştuğu” kızı bekliyordu kapıdaki “Veysel Efendi”ye hissettirmemeye çalışarak, kim bilir…
“Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı / Gönlüm dolu ah ü zâr kaldı.” Çektiler paravanı etrafına. Kepçe, balyoz, damperli kamyonlar yolda… Çok kısa bir süre sonra bir bakacağız ki yaşımız ilerledikçe ağzımızdan eksilen dişlerin geride bıraktığı koca kovuklar gibi kanlı karanlık bir boşluk duruyor “Zübeyde Hanım Kız Öğrenci Yurdu”nun yerinde. Bizde şehirleşme de öyle demode bir dental mantıkla yürümez mi: Dedelerimizin ağrıyan dişi tedavi ettirmek yerine dişçi koltuğuna yerleşip “Çek şunu yahu!” demesi misali, yıkıveririz eski binaları. Üç çeyrek asırdır kente hâkim noktasından hepimize göz kulak olan bir yapıyı yerinden söküveririz. Güçlendirmekten, değerlendirmekten, ömrünü uzatmayı dert etmekten çok daha kolaydır. Akla dahi gelmez, yaşatmak.
Kentin geçmişine adı yazılmış böylesi binalar her yittiğinde, bu şehirde tutunmak için bir sebep daha eksiliyor.
Diyeceğim budur.
Bu bir “hoşça kal” değil. Dönüşü yok bunun. Elveda kız yurdu.