Her ulusal bayramda aynı şey: Gidiyoruz ilkokuldaki oğlumuzun gösterisine, Haluk Levent'in İzmir Marşı çalıyor, karı-koca çaktırmadan ağlaşıyoruz.
Geçen yılki bir törende Atatürk’ün 10.Yıl söylevinden bir bölüm de dinlettirmişlerdi. Kulağınıza yerleşmiş meşhur kısım hani: "Türk milleti çalışkandır." dedikten sonra "Türk milleti zekidir!" derken hançeresi yırtılır. İdealleştiriyor, teşvik ediyordur. Paşa, Makedonya dağlarından İç Anadolu bozkırına, Beyoğlu Pera Palas'tan Trablusgarp’ta bir çadıra kadar anasından emdiği süt burnundan gelmedik yer kalmamış bir zabittir. Kimin çalışkan, kimin haydut, kimin zeki, kimin puşt olduğunu herhâlde senden-benden iyi bilir.
*
Esas kaynaklarından aslını astarını, detayını okudukça, Maarifin tarih müfredatının tarihi öğretmek için değil de bilakis gizlemek için kurgulandığına kanaat getirmek mümkündür.
O eğitim yüzünden, ötesini merak etmemiş veya inceleme fırsatı bulamamışların zihninde Millî Mücadele şöyle canlanıyor sanırım:
15 Mayıs’ta işgal ordusu İzmir’e çıktı. M.Kemal Paşa bunu duydu, “Sizin yapacağınız işi…” diye sunturlu bir küfür savurdu, Karaköy rıhtımına inip Bandırma adlı vapura bilet aldı. Samsun'a varınca, örümcek bağlamış düzenden kurtulmak isteyen Anadolu hep etrafını sardı. Her yer “Her Şey Çok Güzel Olacak” afişleriyle donandı. Postallısı, çarıklısı atlarına atladıkları gibi düşmanı denize döktüler.
(Yeri gelmişken: Denize dökülen Yunan askeri yok. Kordon’dan, Çeşme’den ve Mudanya’dan gemilere binip gittiler - sivil Rumlar’dan gelişlerini alkışlarla, bayraklarla karşılamışları bile karada bırakarak.
Esir alınanlar oldu, bunlar Konya gibi iç bölgelere götürüldü.)
Okul kitaplarında rastlanmayacak “Dilaver suyu”nun hikâyesini hatırlayalım biz, işin çıplak gerçeğine misal olsun:
Cuma namazı sonrası dua, tekbir ve kurbanlarla açılan meclisin ilk çıkardığı kanunlardan biri, içki yasağıydı.
Ankara hükümetinin kontrolündeki bölgede ilk üç yıl, alkollü içecek resmen yasaktı.
Rakı lazım olunca, Ankara polis müdürü Dilaver’den temin ediliyordu. Sevimli bir muhacir çocuğuydu Dilaver, sağ olsundu.
Rakının adı da “Dilaver suyu” oldu çıktı.
Mecliste “Allah’ın şeriatı dururken biz kimiz ki kanun çıkaracağız?” diyen mebus vardı.
Sivil okuldan çok medrese açılıyordu.
Sakarya Savaşı’ndan sonra Paşa Hazretleri’ni Ankara Garı’nda karşıladılar - çalışma ofisi & konutu zaten garın bir köşesindeki iki katlı, küçücük bir binaydı. Karga tulumba Hacıbayram’a dua etmeye götürmek istediler. Paşa, Ulus’a çıkan yokuşta lafı gargaraya getirip herkesi Meclis’e soktu, işi kaynattı. Sonrasında “Askerin zaferini türbeye kaptıracaktık az daha…” diyecekti.
(Haddini bilmezlik edip Ankara’da yer tarif edeyim: Gar’dan çıkınca dümdüz yukarı vurursunuz, Gençlik Parkı’nı sağınıza alıp. Yokuşun sonuna doğru önce ikinci, sonra ilk Meclis binası solunuzda kalır. 23 Nisan 1920’de açılan ilk Meclis Ulus Meydanı’nındadır, Hacıbayram da meydanın biraz daha üst tarafında / arkasında. Bu dediklerim birkaç yüz metre içindedir.)
Askerî durumu sorarsanız:
Ankara’nın çepeçevre etrafında, Bolu’da, Yozgat’ta saltanat destekçisi isyanlar çıkıyor,
koskoca komutanlar ta Salihli’deki çeteci Ethem’den yardım istiyor,
o da kimseyi adam yerine koymuyordu.
İşgal ordusu bir ara Polatlı’ya kadar geldi – bugün tabelasını görünce “Eh, Ankara’ya geldik.” dediğiniz kadar yakın noktaya. Mecliste, fonda top sesleri, “Kayseri’ye mi kaçsak, Sivas’a mı, Konya’ya mı?” tartışmaları yapıldı.
Günlük firar sayısı yaklaşık bin askerdi. Evet efendim.
*
Ben o sarışın paşanın yerinde olsam, Dilaver’in rakısını içmeyip
küvete doldurur, içine girerdim.
*
Mustafa Kemal Paşam o Meclis’in açılışından yalnızca 2, o Sakarya’dan yalnızca 1 yıl sonra,
Belkahve’den İzmir’i, muzaffer, seyretmiş adamdır.
Yanlış anlamayın beni: Vatan-millet-Sakarya edebiyatına doyalı çok oluyor. Birileri millî hissiyattan (yahut dinden-imandan yahut çağdaşlıktan falan) çok fazla bahsetmeye başladığında cüzdanımı yoklama refleksi geliştireli de gene o kadar oldu.
Yine de şu bir örnek giydirilmiş, çiçek tarlası çocuklarla bayram kutlamak hoşuma gidiyor. Kurtuluş Savaşı’nı muhteşem buluyorum. Esame listesini genç takımdan bir düzine takviyeyle verip üç kere yenik duruma düştüğün maçı kazanmaktır Kurtuluş Savaşı. İnsan bir şeyi öğrendikçe içinde sindirir, ben anladıkça hayran oluyorum.
Paşa’da kusur ararsan, bulursun.
O koşullar altındaki o azme, o enerjiye, o akla olan borcunu ödeyemezsin.
Öyle ağız yaya yaya "Tek parti dönemieee..." diye konuşuluyor ya:
İnkılap günlerinin uykuda geçen bir saatini,
memleketin başka hiçbir dönemine değişmem. Hele de son dönemine.