Biz futbolu çok sevdik; “temaşa güzellik” dendi sevdik, “kuvvet, çabukluk, zekâ, estetik özelliklerinin vücutta bütünleşen ve seyir zevki en fazla olan sportif etkinliktir” dendi, yine sevdik… Dayımdan, abilerimden etkilendim kara sevdaya tutuldum, siyahına da beyazına da… Sokak arasında, Ağrı’nın çayır çimenlerinde plastik topun arkasından “cıslaved ayakkabılarımla” koşturduk arkadaşlarımla meşin topumuz oluncaya kadar… Şimdiki topların adı “meşin top”tu 70’li yıllarda bizim aramızdaki adı…
Ağrı Spor’un maçlarının müdavimi oldum, sonra stoper (çocukluğumda bek denirdi) Suat abimin (namı diğer gojo) fırtına Canip, muhteşem forvet Cezayir abilerim futboldaki idollerim oldu. Olsun, renkleri siyah beyaz değildi ama çubukluydu yeşilin beyazında formaları…
Ağrı Stadı gibi futbolun hep toprak sahada oynandığını sanırdım, önce itfaiye aracı sahayı ıslatacak sonra o “temaşa güzellik” için 22 kişi topun peşinde koşacak ve biz seyirciler bu zevke tanıklık ediyor olacaktık… Taa ki minik elimi tutan amcam, Ankara 19 Mayıs Stadı’na, Şekerspor-Beşiktaş maçına götürünceye kadar… O kadar büyük bir stadı ve yemyeşil zeminde ışıklar altında olan bir alanı ilk kez görünce ve odamın dört bir tarafında posterleri olan ve sevdalısı olduğum Kara Kartalımı izleyince futbolun sadece toprak zeminde değil, böyle büyülü bir alanda da oynandığına tanık oluyordum. 9-10 yaşlarımın en unutulmaz anıdır. Bir çocuğa yaşatılacak ve verilecek en güzel duygulardan birisiydi; tutkuyla sevdiği futbolu ve de sevdalısı olduğu, posterlerini duvara astığı Sabri, Sanlı, Küçük Ahmet, Büyük Ahmet ve Vedat abilerini izlettirmek…
Çocukluktan kalan takım sevdam ve futbol sevgim hiç değişmedi, öyle büyüdüm. Akademik eğitimimi, spora olan sevdamla tamamladım. Büyüdük, okudukça sporun, futbolun temaşa güzelliğinin siyasi amaçlar için nasıl kullanıldığını, kitleleri uyutmak için yöntemler geliştirildiğini öğrendim. Her şeyin alınıp satıldığı bir dünyada kapitalizmin iğrenç yüzünün, kirli işlerin, futbolu ve paranın futbolu nasıl çirkinleştirdiğini de öğrendim ve tanık oldum.
Dünyadaki faşist diktatörlerin, insanlıktan nasibini almamış olan bu kişilerin onları besleyen ve var eden yönetimlerin, futbolu kendi siyasi çıkarları için kullandıklarını, diktatörlüklerini sürdürmek için futbolu, sporu nasıl kullandıklarını öğrendik, bildik…
İspanya’nın faşist diktatörü Franco Barnebau stadı için; “Bana 100 bin kişilik uyku tulumu yapın” derken futboldan, spordan ne anladığını ortaya koyuyordu… Tıpkı Portekiz’in faşist diktatörü Salazar gibi. Salazar‘da “ben yıllarca ülkemi 3F ile yönettim” derken futbolu, fiesta -şenliği- ve fatimi yani dini nasıl kullandığını itiraf ediyordu… Bizde de anımsarsınız “NETEKİM” de 12 Eylül faşist döneminde spora ve futbola müdahil olmuştu…
Futbol, bunlarla çirkinleşti her şeyin alınıp satıldığı, futbolun artık bir endüstri haline dönüştürüldüğü sistemde “temaşa güzellikten” uzaklaşıldı. İçine hile hurda ve iddaa oyunları girdikçe emek, mücadele değersizleşti yok sayıldı… Tutkuyla, sevdayla bağlı olduğu, âşık olduğu takım yenilirse iddiada alacağı parayı düşünen taraftar olmaya başladı ve ona göre bahis oyununda tutkuyla sevdiği, renklerine âşık olduğu takımını sattı. Yönetenler yönetemez oldu. Çünkü kafalarda başka şeyler dolaşmaya başladı.
Elbette spor bir ülkenin aynası, sporu toplumun genel yapısından farklı düşünemeyiz. Ülkede eğitim ne durumdaysa karşılığı sporda da var, şiddet toplumda nasıl karşılık buluyorsa spor alanlarında da şiddeti, öfkeyi görürüz. İlk eğitimde neler alıyorsak, kültürel yapımız nasıl biçimlendiriliyor ve geliştiriliyorsa, spor alanlarında, sokakta, bindiğimiz toplu taşıtlarda da ona göre davranıyoruz… Kişiye saygıyı, sevgiyi, bir arada yaşamanın getirdiği kuralları öğrenirsek, spor alanlarında da ona göre davranacağız. Rakibine saygıyı, kurallara uymayı, emeğe saygıyı spor alanlarında da göstereceğiz.
Spor eğitiminin de genel amacı bu zaten, birbirine saygılı olmayı, kurallara uymayı, paylaşmayı, etik değerlere sahip çıkmayı, olimpizm felsefesine sahip çocuklar yetiştirmeyi amaçlar. Laik, çağdaş, bilimden yana eğitim böyle bireyleri yetiştirmeyi amaçlar. O yüzden spor alanlarında da başarılı olmak için, kültürel yapımızı, yaşam biçimimizi çağdaş anlayış ve değerler üzerinden oluşturursak ve bu anlayış doğrultusunda eğitim sistemi oluşturur ve çocuklar yetiştirirsek daha sağlıklı bireyler yetiştirir ve yetenekli çocuklarla da daha kalıcı ve sürekliliği olan sportif başarılar elde ederiz…
Gelecekte bu değerlerle yetişmiş çocuklar ülkenin aydınlık yüzüne katkıda bulunacaklar. Tüm çocukların eğitim haklarından eşit bir şekilde yararlandığı ve spor yapma olanaklarına sahip olduğu bir dünya umuduyla…