Tarih 1857. Günümüz Selanik sınırları içinde kalan Langaza’da dünyaya gelen Zübeyde Hanım, 1871 yılında Ali Rıza Bey ile evleniyor ve çile dolu bir hayat da başlamış oluyordu. Evlendiklerinde kendisinden 18 yaş büyük olan Ali Rıza Efendi ise 31 yaşındaydı. 14 yaşında dünya evine girdikten sonra 15 yaşında ilk çocuğunu kucağına alsa da dönemin şartlarında çocuk ölümlerinin sıklığından Zübeyde, Ali Rıza çifti de nasibini alıyor ve evlat acısını fazlasıyla yaşamak zorunda kalıyordu.
Zübeyde Hanım’ın Ali Rıza Efendi ile evliliğinden sırasıyla “Fatma” (1872-1875), “Ahmet” (1874-1883), “Ömer” (1875-1883). “Mustafa” (1881-1938), “Makbule” (1885-1956) ve “Naciye” (1889-1901) isminde 6 çocukları olmuştur. 1901 yılına gelindiğinde altı çocuğundan dördünü kaybetmenin acısı yetmezmiş gibi bir de 1888 yılında eşi Ali Rıza Efendi’nin vefatı ile sarsılmıştı Zübeyde Hanım. Eşinin vefatından 5 yıl sonra ikinci evliliğini Ragıp Bey ile gerçekleştirmiş olsa da Balkan Savaşlarından sonra kendisi ile ayrılmak durumunda kalmıştı. Bu kadar fırtınalı ve acı dolu geçen yıllar Zübeyde Hanım’ın hayatta kalan iki evladına yani Mustafa Kemal’e ve Makbule’ye düşkünlüğünü arttırmıştı. Ancak hiç şüphesiz Mustafa Kemal’e düşkünlüğü bir başkaydı. Oysa onun da seçtiği askerlik mesleği ve neredeyse Selanik’te hiç kalmaması sebebi ile tek erkek evladına hasret dolu bir hayat geçiriyordu. Mustafa Kemal, Harp Akademisi’nin son döneminde hapis cezasına çarptırılıp mezun olduktan sonra Kurmay Yüzbaşı olarak 1905 yılında ilk görev yeri olan Şam’a gönderirken, Zübeyde Hanım tek erkek evladını belki de bir daha göremeyeceği korkusu ile çok kısa bir görüşmeden sonra gözyaşları ile uğurluyordu.
Balkan Savaşları sonrasında Selanik’in Osmanlı sınırları dışında kalmasının ardından İstanbul Beşiktaş Akaretler 76 numaralı eve taşınan Zübeyde Hanım ve kızı Makbule, 13 Kasım 1918’de Mustafa Kemal’in İstanbul’a dönmesi ile kısa da olsa mutlu bir döneme giriyordu. Ancak bu mutluluk da çok uzun sürmüyor ve yaklaşık yedi ay süren birliktelikleri bu sefer de 16 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket eden Bandırma Vapuru ile sekteye uğruyor ve bu tarihten sonra yaşanan çileler sıkıntılar öncesinde yaşananlara göre çok daha fazla yıpratıyordu Zübeyde Annemizi.
Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadele’yi başlatması, İstanbul Hükümeti ve Padişah ile ters düşmesini sağlamış ve idama mahkûm edilmişti. Evladının ölüm cezasına çarptırıldığı dönemde Paşa, annesinin de tanıdığı bir adamını İstanbul’a göndermiş, gelen kişinin tek başına olduğunu gören Zübeyde Hanım idam cezasının gerçekleştirildiğini zannederek kısmi felç geçirmiş, bu tarihten sonra da zaten bozuk olan sağlığı işgal güçlerinin de evlerine yaptıkları baskınlar ve tacizler sebebi ile daha da kötüleşmeye başlamıştı. Millî Mücadele içinde artan anne-oğul hasreti 14 Haziran 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Zübeyde Hanım’ı Sakarya’ya getirtmesi ile son bulsa da Zübeyde Hanım artık sağlığını neredeyse tamamen yitirmiş, oğlundan ayrı geçen üç yıl boyunca her gün döktüğü gözyaşları nedeniyle gözlerini de büyük oranda kaybetmişti. Ankara’da oğlunun yanında olsa da doktorların tavsiyesi ile Zübeyde Hanım’ın İzmir’e yerleşmesine karar verildi ve 5 aylık Ankara süreci 18 Aralık 1922’de Uşakizade ailesinin İzmir Karşıyaka’daki yazlık konutlarına yerleşmesi ile son buluyordu. Zübeyde Hanım’ın İzmir yaşantısı ise çok daha kısa sürüyor ve bu şehirde bir ayını doldurmadan 14 Ocak 1923 tarihinde hayata gözlerini yumuyor, yakasını bırakmayan çileler artık son buluyordu.
Zübeyde Hanım’ın vefatı üzerine durum Mustafa Kemal’e telgraf ile bildirilir. Bu telgraf o anda askeri birlikleri denetlemek için yurt gezisine çıkıldığı için kendisine Eskişehir Sivrihisar yakınlarındaki Biçer İstasyonunda ulaşır. Atatürk’ün emir çavuşu Ali Metin o anı şöyle anlatır.
Geceleyin Biçer İstasyonu’na geldiğimiz zaman validelerinin ölüm telgrafını aldım ve kendilerine veremedim. Zübeyde Hanım’ın ölüm tarihi bir pazar günü olan 14 Ocak’tır.
O yüzden sabaha yakın beni çağırdılar ve haber alıp almadığımı sordular. Ben de “Şifre var açılıyor.” dedim. Bunun üzerine “Annem öldü, biliyorum.” buyurdular ve gördükleri rüyayı anlattılar. Rüyalarında anneleriyle birlikte yeşil kırlarda gezerken birden ortaya çıkan bir sel annelerini yanlarından alıp götürmüştü.
“Çocuk şifreyi al getir” emri üzerine şifreyi getirdim. Daha içeri girer girmez, “Ölmüş değil mi?” dediler. Ben de “Siz sağ olun Paşam!” dedim. Gözlerini havaya kaldırarak yanaklarından sel gibi akan gözyaşlarını içlerine akıtmak istercesine “Millet sağ olsun. Milletin annesi benim annemdir.” dediler. Tren henüz Eskişehir’e gelmemişti. İzmit’e gitmeye karar vererek annelerin cenazesinin kaldırılması için İzmir’e talimat verdiler.
Ardından Mustafa Kemal Paşa, vatan görevinin her şeyden önce geldiğini ifade ederek, Salih Bozok’a şu telgrafı gönderir:
“Verdiğiniz kara haber beni çok üzdü. Annemin uygun bir şekilde cenaze törenini gerçekleştiriniz. Tanrı milletimize hayat ve esenlikler versin.”
Mustafa Kemal Paşa birliklerin denetimini tamamlayarak annesinin vefatından 13 gün sonra yani 27 Ocak 1923 tarihinde İzmir Karşıyaka istasyonuna ulaşır ve ilk iş olarak annesinin mezarını ziyaret eder. Burada yaptığı konuşmanın sonunda ise şu sözlerle tarihe geçen bir yemine imza atar:
“Annemin kaybından şüphesiz çok üzüntülüyüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni avutan bir konu vardır ki, o da anamız vatanı yok olmaya götüren idarenin artık bir daha geri gelmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Annem, bu toprağın altında, fakat millî hâkimiyet sonsuza dek devam etsin. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet millî hâkimiyet sonsuza dek devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün ataların ruhuna üzerime almış olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hâkimiyetin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Millî hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun. “
Mustafa Kemal Paşa, cenaze töreni gibi mezarın da sade olması arzusundaydı. İlerleyen tarihlerde dönemin İzmir Belediye Başkanı Behçet Uz, Zübeyde Hanım için bir anıt mezar yaptırmak istemiş ve bu doğrultuda hazırlattığı projeyi Atatürk’e göstermiştir. Atatürk ise bunu çok şatafatlı ve masraflı bulmuş, mezarın başına sadece ağır bir taş parçası konularak “Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım burada yatmaktadır” yazılmasının yeterli olduğunu söylemiştir.
Bugün Zübeyde Hanım’ın 102. Ölüm yıldönümü. Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü yetiştiren, bizlere kazandıran bu güzel insanı bir kez daha sevgi, saygı ve şükranla anıyoruz. Ruhu şad olsun.