"Bazen en çılgın, en imkansız görünen fikir kafanızda öyle kuvvetli bir yer edinir ki, öyle veya böyle gerçekleşeceğini zannedersiniz." Aleksey İvanoviç'in kumardan bu kadar umutlu olmasını ve vazgeçemeyişini Dostoyevski bu satırlarla ne güzel özetlemiş. Son satırları okurken kalp atışlarım öyle hızlandı ki, o boşluğa düşmüşlüğü tüm hücrelerimde hissettim. "Yarın, yarın her şey bitecek!" diye bitiyordu. Aslında hiçbir şey bitmemişti. Bir döngüye girmişti. Aleksey İvanoviç kumar tutkusuna devam etmiştir şüphesiz. Asla kumarı bırakıp Polina'nın yanına gittiğini düşünmüyorum. Polina da onu seviyormuş, hem de başından beri seviyormuş. Ben sonradan sevmeye başlar diye tahmin ediyordum kitabı okurken. İnanamadım. Kumar tutkusunu bırakıp gidebilse İsviçre'ye… Polina'nın yanına… Rüyalarında bile rahat bırakmayan kumarı bırakmayı başarabilse… Yarın her şeyin düzeleceğini, kazanacağını umut etmekle tükenen bir ömür yerine İsviçre'de Polina'yla mutlu bir hayat… Yarın değil bir 10 sene bile hiçbir şey değişmeyecek. Yine aynı yerde, aynı tükenmişlikte olacak. Cebindeki son guldeni her daim rulete yatıracak, ya kazanacak ya her şeyini kaybedecek ama en sonunda kazandığını da kaybedecek ve böyle bir döngü içinde geçecek hayatı. Bay Ashtley de böyle düşünüyordu. Yine de herkesin bir tutkusu olmalı, bu kumar ise ne olmuş. Bu kitabı tekrar okuyacağıma eminim, o kadar etkilendim ki etkisinden çıkamıyorum. Kafamda general, Matmazel Balanche, büyükanne, Des Grex… Hepsi hayalimde canlanıyor, en çok da Aleksey İvanoviç'in cebindeki son, ama gerçekten en son guldeniyle yemek yemeye gidecekken bir anda vaz geçip rulet oynamaya gitmesi ve kazanması… Ya kararını değiştirmeseydi, o son guldeni yemeğe verseydi… Herhalde o zaman yine birinin yanına uşaklık yapmaya gidecekti, Rus ailesinin yanında öğretmenlik işi bulamasa tabii. Kazandığı parayı tekrar kaybettiğine de eminim. Bu kumar tutkusu, ne zamandır içinde barındırdığı büyük aşkının bile önüne geçmişti. İşte öyle bir tutku.