Spor Medyasında Kalite ve Liyakat Arayışı
Çocukluğumda evimize düzenli olarak iki gazete alınırdı: Cumhuriyet ve Günaydın. Cumhuriyet’i bizlere babam sevdirdi, yaşım ilerledikçe de iyi bir okuru oldum. Yıllar içinde Demokrat, şimdi de BirGün Gazetesi okuru oldum. Cumhuriyet’te kendimi bulduğum gibi, bugün de BirGün’de kendimi buluyorum.
Gazeteler, ülkemizi ve dünyayı tanımamıza, olaylara doğru ve güvenilir bir açıdan bakmamıza yardımcı olur; elbette eğer yandaş bir gazetecilik anlayışı benimsememişlerse. İzmir 68’liler Birliği Başkanı, gazeteci ve spor yazarı Okan Yüksel’in gazeteciyi tanımlarken söylediği gibi: “Bir kafa tutan gazeteci, bir de palto tutan gazeteci var.” Bu açıdan bakıldığında, okuyucuyu gerçekten besleyen gazeteler ve yazarlar olduğu gibi, sistemin çarpıklıklarını ve yozlaşmışlıklarını görmezden gelen, tarafgirlik eden ya da yazarlıkla şovmenliği karıştıran yazarlar da mevcut. Bu tür gazetecilere yazılı ve görsel medyada sıklıkla rastlamak mümkün. Ben bu değerlendirmeleri özellikle spor medyası özelinde yapmak istiyorum, çünkü spordaki yozlaşmışlık da genel sistemin çarpıklığından bağımsız değil.
Seyir oranı en yüksek spor dalı futbol olduğuna göre, bu alanda konuşan, program yapan şovmenlerin sayısı da oldukça fazla. Öyle ki, bu programları izleyen taraftarların maçlara gergin bir ruh haliyle gitmemesi mümkün değil. Çünkü programların içeriği başlı başına bir sinir harbi! Saygı düzeyi yerlerde, fanatikliğin en çirkin halleri gözler önünde. Peki, spor programları ve gazetelerin spor sayfaları gerçekten spor yazarlarına mı ait? Yoksa geceden futbol jübilesini yapmış olanlar, sabahına yazılı ve görsel basında mı yer buluyor?
1980’li yılların ikinci yarısında “Spor sayfaları spor yazarlarının olmalıdır” sloganıyla bir hareket başlatılmıştı. Mesleğe ve meslek onuruna sahip çıkmak için yapılan bu çalışma, dönemin İzmir TSYD Başkanı Gürkan Ertaç tarafından da desteklenmiş ve şu sözlerle onaylanmıştı: “Düşmana ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin’in memleketi İzmir’de futbolcu eskisi spor yazarlarına 450 imzalı bir şamar indirilmiştir, İzmir bu mücadelede de bayrağı taşımıştır.”
O dönem, TSYD Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi gazeteci Öcal Uluç da İzmir’deki bu girişimi şöyle değerlendirmişti: “Sağ olun genç spor yazarı kardeşlerim, mesleğe sahip çıkmanın, mesleğin yozlaşmasına karşı hem de gür sesle karşı koymanın çok anlamlı ve çok önemli bir örneğini verdiniz.”
Bugün spor medyasında fanatiklik ve şovmenlik aldı başını gidiyor. Peki, bu durumun sebebi o yıllarda başlatılan “Spor sayfaları spor yazarlarının olmalıdır” hareketinin yeterince sahiplenilmemesi mi? Yoksa bu konuda örgütlenmenin sağlanamaması mı? Eğer o dönemde spor medyasında liyakat sağlanmış olsaydı, bugün farklı yazılar ve programlar mı izlerdik? Maçın sonucuna göre “bıyığımı keserim, etek giyerim, meydanda anırırım” gibi açıklamalar yapan kişilerin spor kültüründen, sporun özünden bihaber olduğu çok açık. Bu tür düzeysiz söylemlerle dolu programları izledikçe, sporun kalitesiz ve yüzeysel bir şekilde ele alındığını görüyoruz.
Tribünlerde şiddeti körükleyen, taraftarları kışkırtan ve sporun ruhuna zarar veren bu programlar toplumda nasıl bir etki yaratıyor? Spor müsabakalarına giden seyirciler, bu programların etkisiyle mi şiddete yöneliyor? Tribünlerde yaşanan olayların arkasında, medya aracılığıyla pompalanan fanatizmin payı yok mu?
Usta gazeteci ve şair Okan Yüksel, “Spor yazarlığı ağır işçiliktir” derken, mesleğin ciddiyetini ve sorumluluğunu vurguluyor. Yüksel, “Sporda Erdemlilik ve Kassandra Geçidi” kitabında, Spor Yazarları Derneği’nin misyonuna şu sözlerle dikkat çekiyor: “Spor Yazarları Derneği eski futbolcuları, hakemleri, kulüp yöneticilerini, antrenörleri koruma ve kollama derneği değildir. Artık kendi haklarımıza, kendi mesleğimize, ciddiyetle ve hassasiyetle sahip çıkma zamanıdır.”
Sporun ruhu, sadece sahada değil, yazıda da, ekranda da kendini göstermeli. Saygıyı, estetiği ve zarafeti yalnızca yarışma alanlarında değil, yazılarda ve programlarda da görmek istiyoruz. Bugün birçok gazetenin spor sayfalarında, spor yazılarından çok bahis oyunları ve iddia tahminleri yer alıyor. Bu durum, medyanın spor kültürünü geliştirme gibi bir amacının olmadığını açıkça gösteriyor. Ancak olması gereken budur: Spor medyası, eğitimin bir parçası olmalı, spor sayfaları ve programları, alanında eğitim almış, liyakatli kişilerin elinde olmalıdır.
Her şey hayal etmekle başlar. Biz de hayal edelim: Saygın, kaliteli, bilgilendirici ve sporu gerçekten anlatan bir spor medyası… Yazılarda da, programlarda da insana saygıyı, spor kültürünü ve olimpizm felsefesini temel alarak, sporun eğitimle ilişkisini ön planda tutan bir anlayış geliştirmeliyiz. Çünkü spor, sadece yarışmak ve rekor kırmak değil, aynı zamanda insanı geliştiren bir kültürdür. Ve bu kültür, onu yazan, anlatan ve yönlendirenler tarafından şekillendirilmelidir.
Saygılarımla
Azamet Yazıcı
Yorumlar
Kalan Karakter: