Yaşam ile yaşamak eş değerlidir. İnsan dahil yeryüzünde var olan her şey, var olma nedenine göre belli özelliklere sahiptir. Ağaç, su, kuş, börtü böcek, taş kaya. Aklımıza gelen her şeyin bir var olma bir yaşama nedeni vardır. Yaşamda var olan her şeyde birbirinin yaşama var olma nedeni ve kolaylaştırıcısı ve yaşamın kendine özgü kuralları.
İlk çağlardan bugüne gücü, yönetme gücünü elinde bulunduranlarca konulan kurallar, insanların bilgi çağına, dolayısıyla üretme ve gelişmesine bilgi ile donatılmasıyla evrim geçirip ortak akıl, ortak yönetim, çok sesliliğe yani demokrasiye dönüşmesi ve yasalarca güvence altına alınması da yaşamın gerekliliğidir. Bu nedenle, bugün dünyada demokrasi ile yönetilen ülkelerde insanın doğanın, bilimin öncelik kazanması yaşamı anlamlı kılar.
Geçen hafta kutladığımız Atatürk'ün bize emaneti Cumhuriyette bize nasıl yaşamımız gerektiğini anlatan korumamız gereken anlamı çok büyük bir değerdir. Çok seslilik , çok partili, seçme seçilme hakkı verilmiş, cinsiyet ayrımı yapılmadan, demokrasinin tüm nimetlerinden her yaştan insanın yararlanması gerektiğini öğrendiğimiz uygulamamız gereken bir yönetim şekli Cumhuriyet. Bu değerli armağanı kutlamanın mutluluğunu yaşarken, bu değerlerin yok sayılması, yoksulluk, işsizlik, eğitimde, iş yerlerinde, sokakta hatta evlerde cinsiyet ayrımcılığı, siyaset dünyasında, artık belden aşağı inen atışmalar, siyasallaşan yargı kararları nedeniyle günlük yaşam bir sorunlar yumağına dönüşüyor her gün. En basit bir tartışmanın "benim dayım kim biliyor musun?" tavrı, çalışma yaşamında "ölen ölür kalan sağlar çalışsına" dönüşünce hep birlikte günlük yaşamı daha fazla sorgulamak gerekiyor. Tıpkı, büyük yangınlar, iş kazaları, fabrikalarda, üretim yerlerinde patlamalar yitip giden canların ardından, bir kaç söz, sorumsuz sorumluların yasak savar sorguları ve kapanan dosyaları unutmamak "Biz nerede yanlış yaptık" diye sormak gerekiyor, önce kendimize sonra hepimiz hepimize.
Günler önce Kocaeli'nde bir parfüm üreten işyerinde meydana gelen patlama ve yangında 6 kadın işçi öldü. Aslında bunun kaza olmadığı bir iş cinayeti olduğunu söylemek gerçekleri görme zamanının çoktan geçtiğini gösteriyor.
6 Kadın işçinin feci şekilde can verdiği cinayetin ardından ilgili bakanlar "Soruşturma başlattık" açıklamaları yapsa da, idari ve adli soruşturma başlatmış olmasada, iktidar ve ilgili bakanlara, ölen yaralanan işçilerin kaçak bir şirkette kayıtdışı çalışırken neredeydiniz? diye sormak her vatandaşın görevi olmalı. Onlarca insanın can verdiği otel yangınında olduğu gibi gerekli denetimleri yapıp yaptırımları uygulamayan hükümet ve ilgili bakanların altı kadın işçi yanarak öldükten sonra “ben buradayım” demesi "yaşama ve çalışma" hakkının güvence altına alındığı Anayasa'ya da iş yasalarına da aykırı ve suçtur. Yaşanan pek çok cinayet ve katliamda olduğu gibi Kocaeli Dilovası iş cinayeti daha doğru deyimle katliamı da işyerinde alt düzey idari ve şirket sorumlularına yüklenerek kapatılacak. Anayasa'nın, iş yasalarının verdiği görevlerini yapmayanlar görevlerine işlerine devam edecek, patron yeni işçilerle üretim yapacak, ekmek parası için en olumsuz koşullarda çalıştırılan yanarak ölen kadın işçiler unutulacak, arkalarında bıraktıkları çocukları eşleri anne babaları acılarıyla yaşayacak. Kısacası, bu ve benzeri olaylarda olduğu gibi hiçbir siyasi yetkili istifa etmeyecek ve hesap vermeyecek.
Oysa bir hukuk devletinde siyasetçiler, bakanlar, üst düzey yetkililer böylesi büyük felaketlerden ve katliamlardan siyaseten sorumludur. Büyük felaketler, katliamlar ve cinayetler sadece insani bir dram değil, sadece can ve mal kaybı değil siyasi otoritenin, hükümetin de siyasi sorumluluğunun da sorgulanması gereken olaylardır.
Toplumsal yaşamı sarsan bu tür büyük felaketler hükümetin, siyasi iradenin yetersizliği, ihmali veya öngörüsüzlüğü ile yakından ilgilidir. Böylesi durumlarda demokratik hesap verebilirlik mekanizmalarının nasıl işlediği ya da işlemediği yaşam kadar önemlidir. Çünkü, sorun sadece teknik bir soruşturma değil bir siyasi sorumluluk sorunudur.
Bir işyerinin kaçak çalışması, işçilerin sigortasız olması, işçi sağlığı ve işgüvenliği önlemlerinin alınmaması işverenin doğrudan sorumluluğudur. Ancak, kamu otoritesi olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da, bu işlerin siyasi sorumlusudur. Bu ve benzeri felaketler, tüm kurum ve kuruluşların görevlerini yasaların emrettiği şekilde yerine getirmemesi nedeniyle iş cinayetidir.
Altı kadın işçinin hayatı ve canı, doldurup kutuladıkları parfümlerden bile daha değersiz ve ucuz görüldüğü için, gerekli iş güvenlik önleminin alınması sağlanmadığı için bir iş cinayetidir.
Son yıllarda sıkça yaşadığımız bu ve benzeri felaketler, toplumsal kargaşa, toplumu düşman kamplara ayıran gelişmeler, 102 yıl önce bize Cumhuriyeti armağan, 87 yıl öncede emanet ederek ebediyete uğurladığımız Atatürk'ün Cumhuriyet "Akıl ve bilim üzerine kurulur, bunun en önemli üçüncü ayağı da eğitimdir" sözünü bir kez daha hatırlattı.
Ulusca var olmanın bu üç adımını hayata geçiren, atalarımıza, bizlere emanet eden, bizlerin de gelecek nesillere akıl ve bilim ışığında eğitimi çağdaşliğa uygun hale getirip emanet etmemizi isteyen Atatürk'ü bir kez daha saygı sevgi ve özlemle anıyorum. Unutmamamız gereken tek şey; Sürdürülebilir özgür, bağımsız ve refah içinde, eşit, adil ayrımsız yaşamanın 3 altın anahtarı akıl bilim ve eğitimde çağı kaybedersek, son yıllarda toplum olarak yaşadığımız tüm sorunların büyüyeceği gerçeği ve ülke olarak bir çıkmaz sokağa sürükleneceğimiz. Çünkü, bugün yaşadığımız tüm sorunların temel nedeni de bu üç evrensel büyük değerin yok edilmeye yok saymaya çalışılmasıdır.
Tuna BÜYÜKŞAHİN
Yorumlar
Kalan Karakter: